28 Aralık 2015 Pazartesi

Girişimcinin Halinden Girişimci Anlar..


Bundan yalnızca bir sene önce ben de beyaz yakaydım. Şu an yaşadığım hayatı, elimdeki avantajları ve türlü türlü sıkıntıları birisi bana bir sene önce anlatsaydı, empati kurmakta zorlanır, anlayamazdım. Evel ezel empati yeteneğimin olduğunu, insanları iyi anladığımı söylerler. Ama inanın, bu öyle farklı bir süreç, öyle farklı bir kafa ki, gerçekten içine girmeden, yaşamadan anlamak epey zor.

En güzeli örnekler üzerinden aktarmaya çalışmak sanırım..

1)      Çalışma Alanı

2005’te üniversite 3. Sınıf öğrencisiyken full time çalışmaya başladım ben. Okula gitmek yerine işe gider, okulu bitirebilmek için sadece sınavlara girer, ödevleri yapar, bir şekilde idare ederdim.

Ta o günlerden beri, çalışma alanım benim için çok önemliydi. İşe hiçbir zaman başlangıç saatinden erken gelen bir çalışan olmadım. Hep ya tam vaktinde, ya da 5-10 dakika rötarlı gittim. Önce bilgisayarımı açmam, kahvemi almam, toplantım yoksa lavaboya gidip makyajımı yapmam gerekliydi. (Allahın sarışını işte) Her şey hazır olduğunda ancak mail kontrolüne başlayabilir, günlük operasyonel işleri planlar ve işe koyulurdum. Masamın düzeni, sandalyemin yüksekliği, kullandığım farenin fazla ses çıkarmaması vb detaylar çok mühimdi benim için.

Birinden biri eksik olsa, tam odaklanamaz, konsantre olamazdım. Bu hep böyle gitti, senelerce. Hatta zaman zaman, sunum hazırlarken ya da odaklanmamı gerektirecek bir iş ile ilgilenirken ofisten kaçar, toplantı odalarına taşınır, orada sessiz sedasız çalışmayı tercih ederdim.

Artık bu lükslerin hiç biri yok hayatımda. İnsan nasıl da değişiyor.. Otel lobisi, havalimanındaki lounge, evin salonundaki yemek masası, arkadaşlarının evleri, herhangi bir Starbucks mağazası.. Her yer ofis olabiliyor. Bilgisayarın, telefonun ve internetin olduğu sürece her an her yerde çalışabilecek bir mobil canavara dönüşüveriyor insan J Epey şaşırtıcı. Eski takıntılarımdan eser kalmadı.

Bunu eşe dosta anlatabilmek de işin bir diğer zor yanı. Eski zihniyete göre “işinin başında durman gerek”. İyi de ben pastane değilim ki, ya da ne bileyim, hediyelik eşya dükkanım falan da yok. Benim tüm işim mail ve telefon ile. Mobil çalışabiliyorum. Yani Bodrum’da tatil fotoğrafları paylaşırken de çalışıyor olabiliyorum eş zamanlı.

Bırakın büyükleri, eski jenerasyonu, kendi arkadaşlarıma bile durumu izah etmem epey zor. Diyorum ya, bundan bir sene önce bana da anlatsalar ben de pek ciddiye almayabilirdim. Ama öyle olmuyor işte, mesele kafada odaklanmak, mesele kafada çalışmak. Eski görev adamı kimliğinden sıyrılıp sürekli düşünen ve üreten bir şeye dönüşüveriyorsun. İnanılmaz.

 

2)      Çalışma Saatleri

Beyaz yaka iken şöyle bir hayat vardır, 08:00-09:00’da ofiste olursun. Mesai bitim saatine kadar fiziksel olarak ofiste ya da çalışma alanında olman gerekir. Günlük işlerini yaparsın, maillerini atarsın, toplantılara girer çıkarsın, zaten akşam oluverir ve günün nasıl geçtiğini anlamazsın bile. Zaman zaman ofiste geçirdiğin 8-9 saatin tümünde yoğun bir tempoyla çalışırsın. Ama bazen günler hafif geçer. İstatistik tutsan, kimi günler 100% performansla çalışırken, kimi günler ofiste geçirdiğin zamanın yalnızca 10-20%’sini çalışarak geçirirsin.

Kendi işini yapmaya karar verdiğin anda çalışma saati diye bir şey kalmaz. Çünkü günün 24 saati (abartı değil, rüyama bile giriyor bazen) çalışırsın. İş-yaşam dengesi düzenin değişir. İşten çıkıp kendine vakit ayırmazsın. İş ve kendi hayatın iç içe geçer. Hem gezer, hem çalışırsın. Çalışmaktan kastım sürekli iş görüşmeleri yapmak, teklif vermek, toplantılarda olmak değildir. Kafan çalışır. Algıların hep açıktır. Her şeye ve herkese ticari gözle bakmaya başlarsın (yanlış anlaşılmasın, böyle menfaatçi bir zihniyet değil anlatmak istediğim). Mesela tatildesin. Bodrum’dasın. Herkes güneşlenip denize girer. Sen de fiziken tatildesindir. Sosyal medyada deniz ve yemek fotoğrafları paylaşırsın. Dışarıdan gören biri seni sürekli geziyor sanabilir. Ama kafan tatilde değildir. Beyaz yaka iken tatil gibi tatil yapabiliyordum, şimdi öyle değil. Tatilde bile iş kovalayabiliyorsun. Tanıştığın yeni insanlarla iş konuşmaya başladığında bambaşka bir kapı açılabilir. Ya da evinin salonunda harıl harıl çalışırken birden odağını kaybedebilirsin mesela, normalde ofiste olsan minik bir kahve molası verir kafanı toparlarsın, ama girişimci kafasında sahile inip bir saat yürüyüş yaparak aynı sonuca ulaşabiliyorsun. Sonra sahilde bir selfie çekip Instagram’da paylaştığında hopp algı yine değişiveriyor, “Bu kız çalışmıyor mu? Nasıl bir hayat yaşıyor? Nasıl para kazanıyor?”

 

3)      Çalışma Arkadaşları

Bir sosyal kelebek olarak en çok zorlandığım konu bu oluyor bu garip geçiş sürecinde. İflah olmaz bir takım çalışması aşığı olarak one-man-show içinde olmak çok yorucu ve can sıkıcı olabiliyor çoğu zaman. Solo hareket etmeye başladığında, her detayı kendin düşünmen gerekiyor. Bir sürecin başından sonuna kadar her aşamadan sen sorumlusun. Teklifi de sen veriyorsun, toplantıya da sen gidiyorsun, ön muhasebeni de kendin tutuyorsun, vizyonu sen belirliyorsun, önümüzdeki sene için hayalleri kendin kuruyor, hedeflerini kendin belirliyorsun.

Bir yöneticin yok. Bu hem iyi, hem de kötü. Özgürlük güzel şey tamam. Ama geri bildirim veren, seni yönlendiren biri yok yanında. Nasıl gelişeceksin?

Bunların üstesinden gelebilmek için kendi kendime bir takım yöntemler geliştirdim.

Derneklere üye oldum. Mezun olduğum lisenin mezunlar derneği KALİD’de ve Fenerbahçe Rotary kulübünde aktif olarak rol almaya başladım. Böylece “bir grup insanla beraber ortak hedefe koşma” dürtüsünü yeniden yaşamaya başladım.

Kendime mentorlar edindim. Örnek aldığım, bana katkısı olabileceğini düşündüğüm insanlara ulaştım. Konusunda isim yapmış, genç bir girişimciye destek olmaktan keyif alacak kişiler ile irtibata geçtim. Ve fark ettim ki, bir anda bir sürü yöneticim birden oldu aslında. Beni yönlendiren, sıkıştığımda destek olan bir sürü güzel insan var artık etrafımda.

Teklif verme aşamasında da kapılarını çaldım, dönemsel motivasyon düşüklüğü yaşadığım anlarda da. Böylece işi iyi bilen bu müthiş insanlardan geri bildirim almayı ve gelişimimi sürdürmeyi kısmen de olsa başarabildim sanıyorum.

Hala zaman zaman özlüyorum ofis ortamını, kalabalığı. Ofise girip herkese günaydın demeyi, beraber çıkılan kahve molalarını, ortak toplantıları.. Ama her seçiş bir vazgeçiş, kendi özgürlüğüm için, hayallerim için bu bedeli ödemeyi seçiyorum sanırım.

4)      Çalışma Giysileri

Gününe göre değişiyor. Toplantım olmadığı günler ofise bile gitmiyorum çoğu zaman mesela. Evin salonu mis gibi ofis. Sessiz. Kocaman. Ferah. Sigara içmek de serbest. Üstelik en sevdiğim kahveye erişimim de var J O günlerde pijamayla bile çalışıyorum. Uyanıp işe gitmem sadece birkaç saniyemi alıyor.

Toplantı günleri kurumsal giyime devam. Bir süre sonra giyim ve makyaj pratiğini kaybedebiliyorsun. Gömlek fazla geliyor, ceketi taşıyamıyorsun falan, garip biraz J

Bir de, biraz kişisel olabilir ama, şunu fark ettim. Kurumsal giyinip bir cafe’de çalıştığım günlerde biraz daha verimli oluyorum sanırım. Sanki o ceket o ayakkabı bir havaya sokuyor gibi, daha rahat konsantre oluyorum gibi.. Belki bir çok kişide oluyordur, belki bana özel bir durumdur bilemiyorum.

5)      İnişler.. Çıkışlar.. Motivasyon gel pisi pisi..

Zaten aşırı tutarlı bir tip olduğum söylenemezdi, ama bu yola girince iniş ve çıkışlar ciddi oranda arttı. Bir gün mükemmel başlıyorsun güne, nasıl motivesin, müthiş işler beceriyorsun! Akşamına da arkadaşlarınla güzel bir plan yapmışsan, tadından yenmiyor. Gelsin well deserved içkiler! Ama her gün böyle geçmiyor. Bazı günler içinden hiçbir şey yapmak gelmiyor. Ve yapmıyorsun da! Yapmayınca da içinde ilginç bir vicdan muhasebesi başlıyor. Beyaz yaka iken de zaman zaman bazı günler hiç çalışası gelmez insanın. Erteleyebildiği işlerini mümkün mertebe erteler, farklı kişilere delege eder, ve bu durumu çok fazla önemsemeyebilir.

Ama kendi işini yaptığın zaman, çalışasın gelmediği günler inanılmaz bir vicdan muhasebesi içine giriveriyorsun. Sanki çocuğunu ihmal ediyorsun, aç bırakıyorsun gibi. Ne yapman gerektiğini biliyorsun. Çok daha iyisini, fazlasını yapabilecek potansiyelin olduğunu da biliyorsun. Ama yapmıyorsun J Buradaki fark, çalışmazsan, kazanamazsın. Beyaz yaka iken çalışmasan da kazanıyorsun. 10 sene bu düzende yaşamış biri için girişimciliğin ilk senesi öyle zor ki..

Sonra bunu yönetmek için yine kendi içinde yöntemler geliştirmeye başlıyorsun.

Kural #1) Eğer çalışasın yoksa, çok zorlama ve kendine ihtiyaç duyduğun zamanı ver. Tamam, özellikle ilk zamanlarda azim ve agresif yaklaşım çok kritik, kabul ediyorum. Ancak işin spritüel kısmıyla da haliyle ilgileniyorum. Hayırlısı ise olacağına, bereketli olanın bana zaten geleceğine inanıyorum. Ama böyle çiçek kız gibi etrafta dolaşmak tabi ki yetmiyor, adım atmam gerekiyor. Bunu dengelemek, oturtmak işin belki de en zor kısmı J

Kural #2) Bir büyüğüme danıştım bu durumu, bana dedi ki asıl olan “sürdürülebilirlik”. Her gün muhakkak bir şey yapmak, bir adım atmak. Bir mail olur, içerik araştırması olur, birileriyle iş konuşmak bile olabilir. Ama muhakkak o demiri işletmek ve aktif tutmak gerek. Başka türlü zor, çok zor.

Kural #3) İş mi, hobi mi? Yaptığın işi sevmek, ya da sevdiğin işi yapabilmek büyük lüks. Ama geçen gün Peter Drucker’ın “Yönetim” kitabında şöyle bir cümle okudum, “Her işletmenin müşterisi vardır. Eğer müşteriniz yoksa, o işiniz değil, hobinizdir.” E tamam keyifle yapıyoruz da, para da kazanmak lazım. Bunun için iş almak lazım. İş almak için kovalamak lazım. Yani hobi ile iş arasındaki ince çizgiyi doğru belirleyebilmek lazım.

Kural #4) Eğer benim gibi insan odaklı ve insanlarla motive olan biriyseniz, her sabah uyandığınızda kendi kendinizi motive etmek kolay olmayabilir. Bunun için şahsi yöntemlerim; iyi kitaplar, iyi TedX konuşmaları, başarı hikayeleri ve toplantı yapmak. Her toplantıdan müthiş bir çalışma şevki ile çıktığımı fark ettiğim an dedim ki, her hafta minimum 5-6 toplantı yapmalıyım ben. Feci aktif tutuyor.

 

Yani özetle; bakmayın böyle lay lay goy goy göründüğüne. Bu işler zor, çok zor. Bu bir yolculuk. Her aşamasında KENDİNİ daha iyi tanımanı sağlıyor. Sınırlarını yeniden keşfediyorsun. Neye ne kadar becerin var, neye ne kadar tahammülün var, hepsi gözünün önünde pıtır pıtır dökülüveriyor. Hem çok zevkli, hem de zor. Kendinle uğraşıyorsun hep. Yüzleşmesi pek kolay değil J

Bundan 4-5 sene sonra bu çiziktirmeyi, bu günleri, bu hisleri hiç unutmamış olmayı dilerim. Belki o zaman gelince, bu yola yeni girecek kişilere kılavuz olurum, bana nasıl yardım ediyorlarsa, ben de onlara ederim.

Böyle bir yazasım, paylaşasım geldi.. J

Bizi anlayın, hemen eleştirmeyin tamam mı? Kendi gerçekliğimiz içinde değerlendirmeye gayret gösterin. Bak yazdım o kadar, biraz empati kurmaya çalışın.. Burada hava çok farklı. Çok değişik. Oturup konuşsak daha neler neler anlatırım..

Bodrum’dan sevgiler, öpücükler, kalpler falan filan..

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder