28 Aralık 2015 Pazartesi

Size bu kadar asi gelmesek, iyi nesiliz aslında..

“Bakayım CV’sine, hımm her yerde birer sene çalışmış ama, istikrarlı değil. Bize işini tutkuyla yapacak, uzun süre bize hizmet edecek bir aday lazım. Üzgünüm, olmaz.”

“Duyduğum kadarı ile bir önceki iş yerinde yöneticisi ile bir takım sorunlar yaşamışlar, malum sektör küçük, duyuluyor oradan buradan. Ben böyle asi bir çalışanı zapt edemem ekibimde, bütün dinamikler yerinden oynar. Başka aday var mı elimizde?”

“Yahu Simla, bu adayı işe aldık, eğitimi falan süper, tamam anladım da, bu çocuk sürekli mevcut düzenimizi değiştirme çabasında. Durup dururken yeni fikirlerle geliyor, yani tamam destekleyeyim ama söyledikleri olur şeyler değil ki.. 40 senelik tedarikçimizin lojistik operasyonunu falan sorguluyor, neymiş, keşke merkez depoları İzmir’de bulunan bir firmayla çalışsaymışız, o zaman daha ucuz mal edermişiz her şeyi.. Kafa yorduğu şeylere bakar mısın? Acaba deneme süresi geçmeden yeni adaylar mı bakmaya başlasak, ne dersin?”

Seneler boyunca duyduğum yorumlardan sadece bir kaçını paylaştım yukarıda. Çoğu zaman departman yöneticilerinden aldığım bu tür geri bildirimleri, kendi yöneticimden, koca İK yöneticilerinden duyduğum anlar da oldu. En büyük hayal kırıklığını da o anlarda yaşamıştım zaten.

Bir kuruma başlı çalıştığınız zaman, kurumun kültürüne ters düşebilecek adımlar atmaktan kaçınabiliyorsunuz. Bu son derece normal. Kurumsal hayat, kendi içinde yazılı halde bulunmayan bir çok davranış kuralına uymanızı gerektiren sanal bir dünya aslında. Hepimiz üniversiteden mezun olunca koşa koşa kariyer yolumuza gittik. En iyi şirketleri, en uygun pozisyonları kovaladık. İşe alındığımız anda kutlamalar yaptık, selfie’ler çekip pastalar kestik. Ne zaman ki işin içine girdik, bu kuralları gördük, o anda aslında belki de bize pek uygun olmayan bir dünyaya girdiğimizi fark ettik.

Üniversitedeyken her görüşümüz kabul görür, desteklenirdi. Bir çok sosyal kulüp bize kendimizi geliştirme fırsatı verirdi. Kariyer günleri ve benzeri etkinliklerde bir çok büyük şirketin ne kadar özgür, farklılıklara saygılı ve yaratıcı çalışma ortamına sahip olduğunu dinleyip durduk. Beklentilerimizi yükselttik. Ama iş hayatına girdiğimizde yaşadığımız ilk sıkıntılı anda, bir takım değerlerimizi sorgulamaya başladık. En azından bende öyle oldu.

Yaşadığımız sorunların bir çoğu beklentilerimizin karşılanmamasından doğdu. Hayaller Paris gerçekler Muş oldu yani. Fikirlerimizi değersiz gören, bize hareket alanı bırakmadığını düşündüğümüz yöneticilerimiz oldu. Bu parodide başrolü hep ego oynadı. Şöyle elimizi kolumuzu kocaman açıp koşturamadık bir türlü. Şirketimizin vizyonunu dinledik, oryantasyon eğitimlerinde. (Ben bizzat anlattım mesela her yeni katılan arkadaşa senelerce) Ama vizyonun bir parçası olmak istediğimizde engellendik.

25 yaşındaki İK Uzmanı Özge’nin sözlerine kulak verelim :

“Aslında her şey mükemmel başlamıştı. Hayalini kurduğum şirketin 4 farklı mülakatını başarıyla tamamlamış ve işe alınmıştım. Bu motivasyonla ilk 6 ay tüm enerjimi şirkete verdim. Arkadaşlarımı çok sevdim. Yaptığım işi çok sevdim. Gece gündüz demeden devamlı çalıştım. Sürekli süreçlerimizi geliştirmeye yönelik fikirler sundum yönetime. Ancak bir noktadan sonra bazı haksızlıklara uğradığımı fark ettim. Bunca çalışmam hak ettiği değeri görmediği gibi, benden sonra işe alınan daha tecrübesiz bir arkadaşım, benden daha az çalışmasına rağmen yaptığı kişisel pazarlamayla benden önce terfi aldı. Yaptığı tek şey yöneticimin her dediğini sorgusuz sualsiz kabul etmek, hiçbir fikir sorgulamamak ve yalnızca söylenileni yapmaktı. İşte o anda çok sevdiğim şirketime olan aidiyet duygumu tamamen yitirdim. İşe gelmek ızdırap olmaya başladı. Eski enerjimi bulamadım. Bunu kendime bir meydan okuma gibi gördüm ve kendimi tekrar motive edebilmek için çok mücadele verdim. Ancak yöneticimin ekibine adil davranmayışı tüm bireysel çabalarımı etkisiz bıraktı. Bunu kendisiyle bir kaç kez konuşmaya çalıştım. Mail attım, kahve içtim, uzun uzun anlattım ancak bir türlü hissetiklerimi ona yansıtamadım. Böyle olmasını gerçekten hiç istemezdim, böyle bir şey olabileceğini hiç düşünmemiştim.”

 Özge 1990 doğumlu. Türkiye’nin önde gelen üniversitelerinden birini üstün başarı ile bitirmiş, müthiş bir yetenek. Çalışkan, zeki, sürekli değişim ve gelişime inanan, şirketleri başarıya taşıyacak vizyoner çalışanlardan biri.

Ancak Özge’nin içinde bulunan bu müthiş potansiyel, yöneticisinin bireysel yaklaşımları nedeni ile olgunlaşma imkanı görmeden söndürülmüş. Bu son zamanlarda o kadar fazla duyduğumuz, gördüğümüz bir senaryo ki.

Biz yeni nesil insanları (kendimi de bu grubun içine rahatlıkla koyabilirim zira çok benzer davranışları kendimde de görüyorum, gördüm), iş hayatındaki büyüklerimiz tarafından doğru algılanmak istiyoruz. Yöneticilerimiz açısından “saygısızlık, asilik” olarak algılanan bir çok davranışımız, aslında hem bizlerin, hem de şirketlerimizin daha iyi bir yer olması için aslında.

Biz uzaydan gelmedik. Bizim DNA yapımızda yöneticilerimizden farklı bir hücre yok. Sadece düşünme sistemimiz ve değerlerimiz farklı.

Kısa süreli iş deneyimlerimiz olabilir, bu istikrarsızca algılanabilir. Bu bizler için, “Kariyerimizin başında iken daha fazla şirket görmek, daha fazla kültürü tanımak ve daha fazla gelişim imkanı” olabiliyor çoğu zaman. Her sene yaz tatilini Ayvalık’ta geçirmek yerine tüm Ege’yi arabayla gezmek gibi biraz. Her seferinde farklı bir koyda yüzmeyi seçmek gibi.  Ama deniz yine aynı deniz. Biz yine aynı biz.

Biraz cesuruz evet. Yöneticilerimize göre daha fazla ifade edebiliyoruz kendimizi. Burada niyetimiz yöneticilerimizi yermek, onlardan daha fazla bildiğimizi ıspatlamak ya da kendimizi gösterip bir an evvel terfi almak vesaire değil. Biz fikirlerimizi söylerken, bunun gerçekten şirketimiz ve ekibimiz için iyi olduğunu düşünerek söylüyoruz. Herhangi bir hedef yok bu düşüncelerimizi ifade ederken. Hep birlikte gelişelim, fikirlerimizi tartışalım, ortak bir karara varalım istiyoruz.

Meraklıyız bir de. Merak ettiğimiz, ilgimizi çeken her bilgiyi/kişiyi birkaç saniye içinde bulabiliyoruz. Yeter ki merak edelim, ilgimizi çeksin ve ulaşmak isteyelim. Elinizdeki bu müthiş gücün ne kadar farkındasınız?

Spritüel inanışların hemen hemen tümü, bir sayfayı kapatmadan bir diğerine tam anlamıyla geçiş yapılamayacağını savunur. Geçmişi temizleme egzersizleri, odaklanma kuvvetini arttırıcı meditatif etkinlikler vs tümü aynı hedefe hizmet eder aslında; önyargılardan arınmak, ana/kişiye odaklanabilmek ve yapıcı adımlar atmak. Biz istiyoruz ki, yöneticilerimiz bizlere yaklaşırken tüm önyargılarını kapının dışında bırakabilsin. Korkmasın. Bizi dinlesin, anlamaya gayret göstersin. Zor olduğunu biliyoruz. Anca bizler iş birliğine gerçekten çok açığız. Çoğu zaman küçücük omuzlarımıza bu ilişkiyi kurabilmek için haddinden fazla yük alabiliyoruz. Ve istiyoruz ki, yöneticilerimiz de bu çabayı görsün, onlar da bir adım atsın. Bunu hissedelim.

Diyelim ki iş değiştirdiniz. Senelerce çalıştığınız şirkette kullanılan program yerine, bambaşka bir program kullanılıyor. Senelerce müthiş bir el çabukluğu ile haletliğiniz işlerin tümü, birden sekiz kat fazla zaman almaya başladı. Bu durumda sinirlenip programın değiştirilmesini mi talep edersiniz, yoksa kendinize zaman verip yeni programa alışmaya mı çabalarsınız? İşte bizler çoğunlukla yeni programa hızlıca adapte olabiliyoruz. Ve istiyoruz ki, bizlere, düşünce sistemimize ve değerlerimize de benzer anlayışı gösterin.

Aslında istediğimiz şey bu kadar basit. İletişim yöntemimizde her hangi bir art niyet aramadan, tertemiz duygularla yaklaşın bize. Bir es verin hayata, ve geçmişte tüm yaşadıklarınıza. Yepyeni bir bakış açısı ile bize adım atın, kucak açın.

Bunun gerçek olabildiği gün, her şeyin tersine döndüğü, işyerlerinin daha uyumlu ve mutlu olduğu an olabilir. Zaman alacaktır, ancak süper etkili bir adım olabilir. Bize doğru zihniyetle yaklaştığınız zaman, beraber ne mucizeler yaratacağımızı bir bilseniz, şaşar kalırsınız.

Biz sizi seviyoruz. Biz size saygı duyuyoruz. Belki önünüzde el pençe durmuyoruz. Belki her söylediğinizi hemen kabul etmiyoruz. Ama inanın size saygı duyuyoruz. Siz de bizi severseniz, size bir ömür boyu sürecek bir güç ile bağlanabiliriz. Varımızı yoğumuzu sizin için verebiliriz. Aslında böyle de adanmış, böyle de sadığız. Ama önce sevmemiz ve sayıldığımızı hissetmeye ihtiyacımız var.

Rica etsek, bize biraz kulak verebilir misiniz?

 

Sim

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder