“Düşünüyorum o halde varım” diyen Descartes, belli ki pek de
spiritüel bir insan değildi..
“Düşünme hiç neden diye, yorulma!” diye bağıran Ajda Pekkan’a
ise saygım büyük J
Yaklaşık 1 seneye yakın süredir fazlasıyla düşünme
halindeyim.
Etrafımdaki her şeyi sorgulayan, merakla beslenen bir yapım
var. Çalışırken de böyle, etrafımdakileri analiz ederken de.. Sanki her keşif
ayrı bir tatmin, her yeni öğrenim ayrı bir kazanım benim için. Oyun gibi.
Fakat zaman zaman “Overthinking” moduna geçip kendime zarar
verici noktaya gelebiliyorum. Sanıyorum biz kadınlar, bunu yapmaya doğuştan
meyilliyiz.
“Kontrol vs Akış”
“Zihin vs Kalp”
“Mantık vs Duygu”
Bütün mücadele bunlar arasında yaşanıyor aslında. Bunu,
mücadele olmaktan çıkarıp, ikisini el ele tutuşturabilmekte esas meziyet. Sene
2015, etraf dolmuş stres kaynağı, nasıl başaracağız?
Bağlı çalıştığın kişi özene bezene gönderdiğin rapora dönüş
yapmadı mı hala?
X firmasına geçtiğin teklife yanıt gelmedi mi?
Sevgilin bu akşam kiminle yemekte bilmiyor musun?
Ya önümüzdeki ay yeterince kazanamazsan?
İşte bunlar hep zihin, hep kontrol. Amacı çok masum bu
sorgulamanın, zihnin seni koruyor! Zarar görme, acı çekme, hayal kırıklığı yaşama
diye bu mekanizma devreye giriyor. Ve of, öyle inandırıcı ki.. İnsanlık gereği
bu kusursuzca planlanmış tuzağa düşüveriyorsun. Arkadaşlarınla dertleş, eşe
dosta anlat, onlar daha da zehirlesin, sonra uğraş dur. Kalbinde hafif
çarpıntı, saçını başını yolma, tırnak yeme, kendini alkole verme ve bilimum
enteresan kaçış yöntemleri içinde boğul. Hep böyle. Hepimiz böyleyiz.
Bunları yapınca ne kazanıyoruz peki? N daha iyi oluyor?
Firma teklife yanıt veriyor mu? Sevgilimiz daha anlayışlı hale geliyor mu? Bir sonraki
ay ne kadar kazanacağın netleşiyor mu? Hayır.
Demek ki işe yaramıyor? Demek ki sadece bize ve çevremize
daha da fazla stres yüklüyor. Demek ki çok da doğru bir yöntem değil?
Değilse değiştirelim o zaman. Ne yapalım, ne denesek? Daha
yapıcı bir yolu var mı?
Var.
Kendini değiştirmek. Zihnini sakinleştirmek. Kendini “güvende”
hissetmeni sağlayacak adımlar atmak.
Günümüzde zihni kalp ile barıştırmaktan ziyade, zihni
susturucu, sorunlarını erteleyici ve boşvermişlik havası aşılayan anti depresan
ilaçlar revaçta. Çok mu streslisin, at bir xanax? Sorunlarını çözemiyor musun? Al 20’lik
Cipralex, bak bakalım bir şey kalıyor mu.
Nasıl bu kadar emin konuştuğumu, bizzat bu yollardan geçmiş
olduğumla açıklamama gerek yok sanırım? J
2.5 sene Cipralex kullandım. O dönem kendini bilmez bir
yönetici ile çalışmak durumundaydım. Yaş 27. Canıma okudu, sağlığım bozuldu.
Ben de doğru yönetemedim hislerimi, bu kadar farkındalık yok o zaman tabi,
öfkeye öfkeyle, hırsa hırsla yanıt vermeler, içine atmalar falan. Çöktü beden.
Hop panik atak. 2.5 sene boyunca uçağa binemedim. İlk aylarda metroya bile
binemedim, penceresiz her yer boğdu beni. Her yere arabayla gittim, iyi
yanından bakarsak uzun yol şöförlüğü becerilerim arttı. Neyse ilginç günlerdi,
geçti gitti.
Şimdi fark ediyorum, manasızmış. Sadece ertelemişim,
kendimden uzaklaşmışım. Ne zaman telkini öğrendim, ne zaman kendimi tanıdım, ne
zaman arındım, o zaman geçti sorunlar aslında. İlaç erteledi. Yüzüme bir
gülücük yapıştırdı. Hiç düşündürmedi, müthiş bir akış durumu. Ama gerçek değil.
Yaratıcılığım sekteye uğradı. Ben ben değildim. Sevemedim o kafaları.
Stres yönetimi konusunu eğitimlerimde anlatırken hep
milattan önceki insanları örnek vererek başlarım. İnsan doğasını en iyi
açıklayan örnektir. Mağarada yaşayan ilkel insan, dışarı çıkar ve bir ayı ile
karşılaşır. (Tehdit) Bu durumda insanın seçeceği iki yol vardır; savaş ya da
kaç. Her iki yol için de beden kendini hazırlar. Kan pompalamaya başlar,
kasları şişirir. Daha hızlı koşsun (kaç) ya da daha güçlü hamleler yapabilsin
diye (savaş).
Günümüzde karşımıza çıkan tehdit kaynakları bambaşka, ama
verilen tepki yine aynı. Trafik, iş stresi, ikili ilişkiler, arkadaşlıklar..
Bedenin verdiği tepki yine aynı. Ya savaşacaksın, ya kaçacaksın. Sürekli bir
aportta bekleme hali, sürekli “tehdit nereden gelecek” diye hazırlıklı olma..
Nasıl da yorucu..
Sorgulama ve kendini zehirleme başladığında ne yapacağız
peki?
1)
Farkındalık ; Bunun bir savunma mekanizması
olduğunu fark etmek, işin ilk adımı. Hissini tanımak, neden böyle düşündüğünü
analiz etmek. “Dur Sim, bu sen değilsin. Zihnin seni korumak istiyor, bu yüzden
sana bunları düşündürüyor. Oysa tehlike ya da tehdit altında değilsin sen. Dur,
bir rahatla. Bir dışarı çık, bir dışarıdan bak. Bakarken sevgiyle bak.
Hissederek bak”
2)
Doğru Değerlendirme ; Sevgi dolu & anlayışlı
olmak ve aptal yerine konulmak arasında müthiş ince bir çizgi var. Başına gelen
bir kötülükle ya da şüpheli / belirsiz bir durumla karşılaştığında, eğer huzuru
ve anlayışı seçersen, bu kararı zihninle mi kalbinle mi verdiğini asla
bilemeyeceksin. Hem esas soru şu, nasıl karar aldığının bir önemi var mı? Bırak
barışsınlar, bırak beraber hareket etsinler işte. Mis. Zaten hissedersin bunu.
Sevgiline kızıp, hala onunla olmayı seçiyorsan mesela, hala bir umudun var
demektir. Hala inanıyorsun demektir. Bu yüzden, gereksiz strese çok da gerek
yok. Basit.
3)
Zihni Gevşetme ; Bunu nasıl yapacağın sana
kalmış. Ben telkin ve meditasyonu seçtim. Bir de sporu. Sporun bilimsel ıspatlı
bir etkisi zaten var, endorfin ve serotonin salgılıyorsun, hayatın güzelleşiyor
J Meditasyona gelince,
bana nasıl uzaktı, nasıl sıkıcı ve saçma geliyordu anlatamam. Meditasyon denince
aklıma gelen şuydu ; şöyle deniz kenarında, incecik bacaklı, tayt giymiş, saçı
topuz bir kız, bacaklarını bağdaş yapmış kendi kendine takılıyor. Ne yapıyor
belli değil. İçine girince anladım, öyle değilmiş. Evde kulaklığını takıp
istediğin an odaklanabiliyorsun. Bunun için süreklilik şart. Her şey çok
çalışmak ve çabalamakla oluyor zaten. Bunda da aynı şey. Sık sık yapacaksın.
Sakin nefeslerle bedenini rahatlatıp kendine odaklanacaksın. Acele yok. Telaş
yok. Panik yok. Korku yok. Her şey akışta. Güvendesin. Güvendesin. Güvendesin. Kendine
ayıracağın günde 15 dakikalık bu zaman, hayatında müthiş değişimler sağlıyor.
Her şeyi kontrol edemiyoruz. Etmemiz de gerekmiyor.
Ama kendimizi dinleyebiliyoruz. Kendimizi
değiştirebiliyoruz.
Bunca çabaya rağmen olmadı mı, bırak o zaman. Bu da
kolaylaşıyor kendini dinlediğinde.
Yani aslında çoğu zaman kendi hayatımızı kendimiz
zorlaştırıyoruz, iplikleri yumak haline getirip, merkezine kendimizi koyup,
boyna söyleniyoruz. Çöz çözebilirsen.
Ben hala öğreniyorum. Ben her gün yol kat ediyorum. Bu işler
öyle işler ki, sanırım ölene kadar gelişim ve değişim devam edecek. Hayat
karşıma yeni hikayeler çıkaracak, her yeni hikayede bir adım daha
ilerleyeceğim.
Umarım daha fazla sevgiyle ve sükunetle..
Sim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder