Dikkat, karamsar yazı. Alışılmışın dışında biraz.
Karamsarlık konunun doğasında var biraz, pek de benden kaynaklı değil yani.
Birebir yaşadığım bir olay da değil aslında. Biraz mış gibi
yaptım. Biraz ilham aldım. Biraz abarttım.
Konumuz “Narsisizm”. Çağımızın hastalığı. Sosyal Medya
kullanım oranının artışı, her gün piyasaya sürülen yeni bir ego-şişirtici
uygulama, hep daha güzel, daha başarılı olma çabamız.. Tıbbi açıdan
bakıldığında bu terimi de bir çok şey gibi yanlış kullanıyoruz aslında. Ya da
şöyle diyeyim; narsisizmi, narsistik kişilik bozukluğu ile karıştırabiliyoruz
zaman zaman.
Ben mütevazi bir insan değilim. Hiç olmadım. Aile içinde,
arkadaşlarımın arasında “ah ya, bugün yine pek harikayım kahretsin!” benzeri
cümleleri çok kurdum. Hala kuruyorum. Eğlenceli oluyor. Çevreme ve kendime
fazla zarar vermeyecek kadar bende de var. Hep söylüyorum, ben zararsız deliyim
diye zaten. Yani, bu zımbırtının da seviyeleri var.
Ben psikolog değilim. Yaşam koçu falan da değilim. Ama
belki, bir çok diplomalı psikologdan, bir çok koçtan daha fazla okuyorum, daha
fazla kendimi besliyorum. Bu yüzden bilgilerim hep güncel. Bu yüzden hep kafa
yorma ve sorgulama vaziyetindeyim. Düşünsene, bu konuda teorik eğitim alsan,
her şeyin cevabını, sebebini, sonucunu bilsen, bu kadar sorgulama aşkın kalmaz,
çünkü zaten yolun başını, sonunu, her şeyini biliyorsundur. Ama burada söz
konusu şey insan. Anlamlandırmakta zorlanıyorum bazen. Hem o mesleklere müthiş
bir saygım var, hem de bunu “meslek” olarak uygulamanın doğruluğunu
sorguluyorum zaman zaman. 18 yaşında, saçma bir sınav sistemi ile kazanılan
“psikoloji” bölümü, 18-22 yaş arasında alınan teorik eğitim ve sonrasında
tamamlanan zorunlu uygulama ile, bir insanı, insan gibi kompleks bir
mekanizmayı nasıl çözebilirsin?
Koçluk desen, şahsen bana bir tık daha yakın. Zira, belli
bir yaştan sonra tamamen kişisel irade ile seçilen bir yol. Daha bir özveri ile
öğrenilen bilgiler, merkezinde de fayda odaklılık var (yani, umuyorum böyledir.
Umuyorum yalnızca ticari maksatla bu işlere girilmiyordur)
Bu yüzden ben, hem koçların hem de psikologların, sürekli
ilave eğitim alan, kendini geliştiren, araştıran, sorgulayan ve mücadelenin
bizzat içinde olanlarını seviyorum. Yani elimde değil, birinden bir geri
bildirim aldığımda bir bakıyorum, bu insan kendi hayatında neler yapmış, neleri
değiştirmiş. İkna olmuyorsam, o yorumu pek önemseyemiyorum mesela. Biraz amatör
ruh ve tutku arıyorum belli ki. Referansları bir yere kadar tatmin edebiliyor.
Gözlerinde o ışığı, o merakı görmek istiyorum. Öylelerine kendimi teslim
edebilmek istiyorum. Ben de böyle bir türüm işte.
2011 datasında göre dünyada 7 milyar insancık yaşamakta. Bu
da 7 milyar farklı kişilik eder. Her biri birbirinden farklı, 7 milyar farklı
ip yumağı. Çöz çözebilirsen. Bunu düşündüğüm zaman doğaya hayranlık duyuyorum
bazen. Nasıl bir üretim mekanizmasıdır ki, bu hacimde ürünü, hiç biri birbirine
benzemeyecek şekilde üretebilir? Hayranlık uyandırıcı değil mi?
Konumuza dönelim. Narsisizm. Sana bir peri masalını ve
kabusu aynı anda yaşatmayı başarabilen, müthiş heyecanlı bir serüven! Kimi fark
ettiği anda koşar adım uzaklaşır, kimi çözene kadar içinde kalır, kimi
tamamlayıcı patolojidedir ve bundan keyif alır.. Ben bunun neresindeyim, hala
çözemedim mesela.
Bu kendimi tanıyayım, daha iyi insan olayım, hayatımı güzel
yöneteyim kafalarına girince, çok da iyi bir şey yapmıyoruz belki de. “Hay
farkındalığıma sıçayım!” noktasına gelebiliyorsun çünkü. Çünkü daha evvel fark
etmediğin bir çok şeyi fark etmeye başlıyorsun. Gün gibi ortada oluyor her şey,
kendini kandıramıyorsun. Tuzaklara düşemiyorsun. Hissediyorsun evvela, sonra da
görüyorsun. Acıtıyor. Çünkü farketmen normal kimselerden daha kısa sürüyor.
Bile bile içinde kalman zorlaşıyor. “N’olurdu biraz daha normal olabilseydim
mesela, normal insanlar gibi karşımdakine “vay öküz!” deyip öfkelenebilseydim?
Daha gamsız? Daha rahat? Biraz menfaatçi belki?” Keşke olabilseydim.
Tam burada işin içine maneviyat giriyor işte. Aksi takdirde
deliriyorsun çünkü. Allah’a, evrene, kendine, karşındakine, birinden birine
inanmak ve güvenmek durumunda kalıyorsun. Yanlış ifade ettim, durumunda
kalmıyorsun, güvenmeyi seçiyorsun. Bu da bir tür belirsizlik yönetimi ise eğer,
ki öyle, o zaman bu işin içinden delirmeden çıkmanın tek yolu inançtan geçiyor
bana göre.
Bir de sevgi. Kendini, karşındakini maksimumda sevmek. Çok
iyi geliyor. Çok. Bir takım eğitimler almadan evvel bende haddinden fazla verme
eğilimi vardı. Daha çok seversem, daha anlayışlı olursam, karşımdakinin beni
daha çok seveceğine dair bencil bir mekanizma kurduğumu ancak bu sene fark
edebildim. Bunun altında da aslında sevilme isteği olduğunu, ve kendi kendime
çok sevimli görünen bir oyun kurduğumu. Artık aldığım kadar vermeye, verdiğimin
hakkını görmeye odaklanmaya çalışıyorum. Tam becerebiliyorum diyemem, ama
deniyorum. Hemen hemen her gün üzerinde çalışıyorum. Zaten bunları fark edine
istesen de eskisi gibi olamıyorsun.
Karşına çıkan kişiler ile, kendini bir kez daha
keşfediyorsun. Her kurduğun ilişki seni aynalıyor sanki. Süreç tamamen başa
sarıyor, “dur yahu, biz buraları aşmıştık sanki, bu duygular nereden çıktı
şimdi?” Sonra ışık görmüş tavşan gibi kala kalıyorsun. Önce bir panik hali, hiç
yol kat etmediğini zannediyorsun; “vay canına, sabun köpüğü müydü kendimle
kaldığım günlerde hissettiklerim?”. Sonra böyle olmadığını görüyorsun; “yok yok,
epey yol kat etmişim, baksana bunları böyle değerlendirebildiğime göre?”
1.
Aşama ; İdealize Etme ; Narsistik bir kimse seni
alır, henüz yazılamamış kadar güzel bir masala çeker. Öyle zekidir, öyle
zekidir ki, seni çözer, almak istediklerini verir. Resmen tailor-made bir
hizmet. Gözleriyle röntgenini müthiş bir hassasiyetle çeken ve gereksinimlerini
sana veren bir mucize gibi! O anda seni zihninde idealize eder çünkü, ne kadar
da harikasındır, ne kadar da ona (onun gibi muhteşem bir şeye) uygunsundur wow!
Bu denli güçlü ve zekice planlanmış bir sürece karşı koyabilecek kimseyi
tanımıyorum. Sağlıklı, duyguları olan her insanın etkileneceği türden bir peri
masalı dönemi. Sen saf saf tadını çıkarırken kısmen habersizsindir aslında
olacaklardan. Sonsuza kadar böyle süreceğini falan sanırsın. Ah! Ne keyiflidir
o süreç!
2.
Aşama ; Değersizleştirme ; Karşı taraf seni
sorgulamaya başlar çünkü. “Dur yahu, kusursuz değil ki bu? Nasıl değil?
Olmamalı. Kusursuz olmalı. Dur, şimdi biraz zayıflıklarını yüzüne vurayım,
böylelikle kendimi biraz daha değerli hissederim belki. (Ne zaman hadsizce
eleştiren biriyle karşılaşsam hep “acaba sorunu ne” diye düşünürüm ben mesela.
Normal insanlar öfkelenir ya hani, uzaklaşır ya, ben merak ederim, neden böyle
acaba diye. Çözmek isterim. Bana n’oluyorsa. Ve genelde biraz daha sevgi
vermeye gayret ederim, ihtiyacı olanın o olduğunu düşünüp. Kendim de sevinirim
sonra, birine faydam dokundu diye.) Ya da kendi yöneteceğim seviyeye getirene
kadar eğiteyim. “İstediklerimi saçma da olsa yapsın. Ona verebileceklerimin
limitini öğrensin, kendini buna göre şekillendirsin. Yapmıyor mu? Hemen
uzaklaşayım. Sessiz terapi (Silent Treatment). “Yalnız kalmak istiyorum”
kisvesi altında onu yalnızlaştırayım. Düşünsün. Adam olsun. Ben de bu süre
zarfında gerekli planlarımı yapayım. Hemen o anda yüzleşmeyeyim o kişi ile,
çünkü hazırlıksızım. Hazırlanmazsam, yeterince planlamazsam kazanamam. Ve bu
olay sadece kazanmak-kaybetmek üzerine. Ben kazanmalıyım!” Bu hikayede sevgi ve
hisse yer yok. Çünkü sevemeyen (eleştirmek için değil, gerçekten sevemeyen)
biriyle karşı karşıyasın. Hadi bakalım, nasıl tatmin olacaksın bunları fark
edip? Co-dependent ya da Stockholm Sendromu içinde değilsen zor, çok zor. Ya da
menfaatçi değilsen. Bana verebileceklerinden faydalanayım, yoluma bakayım diye
düşünebilirsen, bununla yetinebileceksen devam et tabi. Bana yetmiyor, hiç
yetmedi J
Bu aşamadayken baya canın yanıyor. Çözene kadar anlam veremiyorsun. “dengesiz”
diyorsun falan. Daha derinini görmeden. Hatta ilk başlarda kendini bile sorguluyorsun.
Biraz değersizlik duygun varsa, depresyona bile girebilirsin, o denli etkili
bir sessiz şiddet dönemi. Zor yani.
3.
Aşama ; Kopma ve Döngünün Devamlılığı. Bu kişiyi
kısmen çözdün, e insansın, konuşmak isteyeceksin. Konuştuğun anda suçlu sensin.
Çünkü o asla ama asla suçlu olmaz, olamaz. Sadece onu eleştirenler suçlu
olabilir. Hiç sorumluluk almaz. Alamaz ki. O mükemmeldir, ne haddimize yani?! O
senden öncekiler var ya hani, onlar hep kötüdür. Hep kıskanç, hep aşırı hassas,
hep paranoyak, onu anlayamamış insanlardır. Sen mükemmelsindir oysa? Yersen.
Ben yiyememiştim mesela. Sen de mi sorgulamaya başladın? Sen de kötüsün. Aşırı
hassaslar zaten, asla eleştirmeyeceksin. O istediği dünyasında kendi kuralları
ile yaşayacak, sen de ona uyum sağlayacaksın. Bir nevi görünmezleşeceksin.
Yüzlediğin anda soğuyacak. Soğuyacak, çünkü bu işin içinde his ve duygu yok.
Ona hizmet etmek ve onun menfaatlerini tatmin etmek var. Mutluluk değil, tatmin
odaklı bir hikaye var. Artık ona hizmet etmiyor musun, hop, yedeklenmeye
başlayacaksın. Hoş, her şey yolundayken bile yedekleniyorsun, zira normal bir
insan olarak vereceklerin ona asla yetmiyor ve yetmeyecek. Bir tarafını da
yırtsan bunu asla başaramazsın. Bunu fark edince kısmen normal bir insan olarak
kıskançlık krizi falan geçireceksin. Arada boşluklar olacak, o boşluklarda
besin kaynaklarını arttıracak. Senden daha iyisini bulamadığını anladığı anda,
sana geri dönecek. Ve muhteşem pırıltılı günler geri gelecek! Yine aynı
etkileyicilik, yine aynı kazanma çabası. Her zaman bir havuç verecek, kovala
dur hayatın boyunca. Söz çok aksiyon yok. Azıcık hissin varsa, yelkenleri suya
indireceksin. Ve maalesef, döngü aynı şekilde devam edecek. Günler geçecek.
Sonra senden daha iyi bir besin kaynağı bulacak bir gün (hep bulurlar. Her
zaman daha iyisi vardır..) Ve o anda artık sahnede yoksun. Yenisi var. Sen
kötüsün, yenisi iyi. Bu döngü her zaman böyle devam edecek. Henüz yaşamamışken,
tüm bunları yaşayacağını bilmek kolay mı? Gün gibi ortada, nasıl görmezden
gelebilirsin?
Şimdi ben bütün bunları gördüm, iyi mi
oldu? Daha mutlu muyum? Hayır. Kazandım mı? Hayır. Kazanmalı mıydım zaten? Oyun
mu bu? His bu his, duygu bu. Neyi kazanıyorsun manyak mısın? Onun gözünde
“seçilen kişi” olmak kısmen mutlu edebilir belki? Zira o, sadece en iyilerle
beraber olur! J
Hadi avun bakalım. Onun yüzüne vurdun diyelim tüm bunları, ne olacak o zaman?
Şok etkisi yaratıp iyileştireceğini falan mı zannediyorsun? Aksine,
uzaklaşacak. E nasıl yöneteceksin bu durumu?
Of yoruldum. Bir yandan bu beyne müthiş bir
saygı duyuyorum. Ben zekadan çok etkileniyorum. Bu süreçleri yönetmek, ciddi
bir planlama ve uygulama becerisi gerektiriyor – bende yok. Hayranlık
duyuyorum, gerçekten.
Tüm bunları yazarken kendimi
“diğerlerinden” bir tık ötede görmemle ben de mükemmel bir narsissist değil
miyim peki? J
Ama benimki bana fayda sağlayacak seviyede, valla. Kimseye yok bir zararım, ben
böyle kendi kendime işte.
Hikayem bitecek mi, nasıl bitecek, hiç
bilmiyorum. İçimdeki savaşçıyı durduramıyorum, durdurmak da istemiyorum. Bu
durumu avantaja dönüştürecek bir takım yöntemlerim gelişti. Misal, daha çok
çalışıyorum, daha iyi görünüyorum. Sanki onunla yarışıyorum? Saçma tabi, ama
kısmen işe yarıyor. Sonsuza kadar sürer mi böyle? Yorulmaz mıyım? Doğamda yok
pek çünkü. Bakacağız. Sevsem? Yetmez biliyorum ama esnetir mi acaba? Sevginle
nasıl mücadele edebileceksin peki? Nasıl durduracaksın sevmeyi? Buna gücüm
yetmez. Buna mantığım da yetmez. İşte tam da bu yüzden “bakacağız” diyorum.
Merakla bekliyorum.
Hadi o zaman şimdi elele verip beraberce
kendimizi sevelim böyle egolu megolu.. Kendimize yetemeyelim, kan emelim,
beslenelim. Biraz akıl oyunları oynayalım, arada isyan edelim. Duygularımızla
mantığımızı aynı çorbada pişirelim. Ne harika bir hayat olla laa! Delirmezsek
(zaten deliyiz de) ne ala!
Zor mirim zor. Hayat zaten zor, bir de
üstünde bu farkındalık.. İşi daha da zorlaştırıyor sanki. Yemiyorsun ya hani,
kandıramıyorsun ya kendini, hayat daha da zorlaşıyor. İyi mi ediyorum kötü mü
ediyorum bilmiyorum. Bildiğim ve emin olduğum bir şey var, şu an yaşadığım her
şeyi kendim seçiyorum. Ne istiyorsam, o geliyor önüme. Kısmetsizlik, şanssızlık
vs hiçbirine inanmıyorum. Bunu yaşıyorum, çünkü ben istedim, ben çektim. İlla
vardır bir sebebi?
Allahtan meditasyon var, bu düşünceleri
pozitife çevirmeyi, değiştiremeyeceklerini kabullenmeyi öğretiyor. Gevşetiyor.
Bantı başa sarıyor. Kendi eksenine geri dönmeni sağlıyor. Bunlar da olmasa
cidden sağlığın bozulur zira.
Yazdıkça rahatlayan, paylaştıkça beslenen
garip yapımla bu haftaya da başladık, hayırlısı bakalım. Şimdi sapık gibi
çalışmaya devam edeceğim. Bana en iyi gelen şey J
Herkese mükemmel, az düşünmeli (ben
yapamıyorum, siz yapın), bol kabullenişli haftalar! Ben bu hafta da inadına sevmeye
devam edeceğim. Siz de sevin, her şeye rağmen güzel oluyor J
Çünkü aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk!
Sim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder