28 Aralık 2015 Pazartesi

Sen ve Ben, Elele Verip, Beni Sevelim Mi?



Dikkat, karamsar yazı. Alışılmışın dışında biraz. Karamsarlık konunun doğasında var biraz, pek de benden kaynaklı değil yani.

Birebir yaşadığım bir olay da değil aslında. Biraz mış gibi yaptım. Biraz ilham aldım. Biraz abarttım.

Konumuz “Narsisizm”. Çağımızın hastalığı. Sosyal Medya kullanım oranının artışı, her gün piyasaya sürülen yeni bir ego-şişirtici uygulama, hep daha güzel, daha başarılı olma çabamız.. Tıbbi açıdan bakıldığında bu terimi de bir çok şey gibi yanlış kullanıyoruz aslında. Ya da şöyle diyeyim; narsisizmi, narsistik kişilik bozukluğu ile karıştırabiliyoruz zaman zaman.

Ben mütevazi bir insan değilim. Hiç olmadım. Aile içinde, arkadaşlarımın arasında “ah ya, bugün yine pek harikayım kahretsin!” benzeri cümleleri çok kurdum. Hala kuruyorum. Eğlenceli oluyor. Çevreme ve kendime fazla zarar vermeyecek kadar bende de var. Hep söylüyorum, ben zararsız deliyim diye zaten. Yani, bu zımbırtının da seviyeleri var.

Ben psikolog değilim. Yaşam koçu falan da değilim. Ama belki, bir çok diplomalı psikologdan, bir çok koçtan daha fazla okuyorum, daha fazla kendimi besliyorum. Bu yüzden bilgilerim hep güncel. Bu yüzden hep kafa yorma ve sorgulama vaziyetindeyim. Düşünsene, bu konuda teorik eğitim alsan, her şeyin cevabını, sebebini, sonucunu bilsen, bu kadar sorgulama aşkın kalmaz, çünkü zaten yolun başını, sonunu, her şeyini biliyorsundur. Ama burada söz konusu şey insan. Anlamlandırmakta zorlanıyorum bazen. Hem o mesleklere müthiş bir saygım var, hem de bunu “meslek” olarak uygulamanın doğruluğunu sorguluyorum zaman zaman. 18 yaşında, saçma bir sınav sistemi ile kazanılan “psikoloji” bölümü, 18-22 yaş arasında alınan teorik eğitim ve sonrasında tamamlanan zorunlu uygulama ile, bir insanı, insan gibi kompleks bir mekanizmayı nasıl çözebilirsin?

Koçluk desen, şahsen bana bir tık daha yakın. Zira, belli bir yaştan sonra tamamen kişisel irade ile seçilen bir yol. Daha bir özveri ile öğrenilen bilgiler, merkezinde de fayda odaklılık var (yani, umuyorum böyledir. Umuyorum yalnızca ticari maksatla bu işlere girilmiyordur)

Bu yüzden ben, hem koçların hem de psikologların, sürekli ilave eğitim alan, kendini geliştiren, araştıran, sorgulayan ve mücadelenin bizzat içinde olanlarını seviyorum. Yani elimde değil, birinden bir geri bildirim aldığımda bir bakıyorum, bu insan kendi hayatında neler yapmış, neleri değiştirmiş. İkna olmuyorsam, o yorumu pek önemseyemiyorum mesela. Biraz amatör ruh ve tutku arıyorum belli ki. Referansları bir yere kadar tatmin edebiliyor. Gözlerinde o ışığı, o merakı görmek istiyorum. Öylelerine kendimi teslim edebilmek istiyorum. Ben de böyle bir türüm işte.

2011 datasında göre dünyada 7 milyar insancık yaşamakta. Bu da 7 milyar farklı kişilik eder. Her biri birbirinden farklı, 7 milyar farklı ip yumağı. Çöz çözebilirsen. Bunu düşündüğüm zaman doğaya hayranlık duyuyorum bazen. Nasıl bir üretim mekanizmasıdır ki, bu hacimde ürünü, hiç biri birbirine benzemeyecek şekilde üretebilir? Hayranlık uyandırıcı değil mi?

Konumuza dönelim. Narsisizm. Sana bir peri masalını ve kabusu aynı anda yaşatmayı başarabilen, müthiş heyecanlı bir serüven! Kimi fark ettiği anda koşar adım uzaklaşır, kimi çözene kadar içinde kalır, kimi tamamlayıcı patolojidedir ve bundan keyif alır.. Ben bunun neresindeyim, hala çözemedim mesela.

Bu kendimi tanıyayım, daha iyi insan olayım, hayatımı güzel yöneteyim kafalarına girince, çok da iyi bir şey yapmıyoruz belki de. “Hay farkındalığıma sıçayım!” noktasına gelebiliyorsun çünkü. Çünkü daha evvel fark etmediğin bir çok şeyi fark etmeye başlıyorsun. Gün gibi ortada oluyor her şey, kendini kandıramıyorsun. Tuzaklara düşemiyorsun. Hissediyorsun evvela, sonra da görüyorsun. Acıtıyor. Çünkü farketmen normal kimselerden daha kısa sürüyor. Bile bile içinde kalman zorlaşıyor. “N’olurdu biraz daha normal olabilseydim mesela, normal insanlar gibi karşımdakine “vay öküz!” deyip öfkelenebilseydim? Daha gamsız? Daha rahat? Biraz menfaatçi belki?” Keşke olabilseydim.

Tam burada işin içine maneviyat giriyor işte. Aksi takdirde deliriyorsun çünkü. Allah’a, evrene, kendine, karşındakine, birinden birine inanmak ve güvenmek durumunda kalıyorsun. Yanlış ifade ettim, durumunda kalmıyorsun, güvenmeyi seçiyorsun. Bu da bir tür belirsizlik yönetimi ise eğer, ki öyle, o zaman bu işin içinden delirmeden çıkmanın tek yolu inançtan geçiyor bana göre.

Bir de sevgi. Kendini, karşındakini maksimumda sevmek. Çok iyi geliyor. Çok. Bir takım eğitimler almadan evvel bende haddinden fazla verme eğilimi vardı. Daha çok seversem, daha anlayışlı olursam, karşımdakinin beni daha çok seveceğine dair bencil bir mekanizma kurduğumu ancak bu sene fark edebildim. Bunun altında da aslında sevilme isteği olduğunu, ve kendi kendime çok sevimli görünen bir oyun kurduğumu. Artık aldığım kadar vermeye, verdiğimin hakkını görmeye odaklanmaya çalışıyorum. Tam becerebiliyorum diyemem, ama deniyorum. Hemen hemen her gün üzerinde çalışıyorum. Zaten bunları fark edine istesen de eskisi gibi olamıyorsun.

Karşına çıkan kişiler ile, kendini bir kez daha keşfediyorsun. Her kurduğun ilişki seni aynalıyor sanki. Süreç tamamen başa sarıyor, “dur yahu, biz buraları aşmıştık sanki, bu duygular nereden çıktı şimdi?” Sonra ışık görmüş tavşan gibi kala kalıyorsun. Önce bir panik hali, hiç yol kat etmediğini zannediyorsun; “vay canına, sabun köpüğü müydü kendimle kaldığım günlerde hissettiklerim?”. Sonra böyle olmadığını görüyorsun; “yok yok, epey yol kat etmişim, baksana bunları böyle değerlendirebildiğime göre?”

1.       Aşama ; İdealize Etme ; Narsistik bir kimse seni alır, henüz yazılamamış kadar güzel bir masala çeker. Öyle zekidir, öyle zekidir ki, seni çözer, almak istediklerini verir. Resmen tailor-made bir hizmet. Gözleriyle röntgenini müthiş bir hassasiyetle çeken ve gereksinimlerini sana veren bir mucize gibi! O anda seni zihninde idealize eder çünkü, ne kadar da harikasındır, ne kadar da ona (onun gibi muhteşem bir şeye) uygunsundur wow! Bu denli güçlü ve zekice planlanmış bir sürece karşı koyabilecek kimseyi tanımıyorum. Sağlıklı, duyguları olan her insanın etkileneceği türden bir peri masalı dönemi. Sen saf saf tadını çıkarırken kısmen habersizsindir aslında olacaklardan. Sonsuza kadar böyle süreceğini falan sanırsın. Ah! Ne keyiflidir o süreç!

2.       Aşama ; Değersizleştirme ; Karşı taraf seni sorgulamaya başlar çünkü. “Dur yahu, kusursuz değil ki bu? Nasıl değil? Olmamalı. Kusursuz olmalı. Dur, şimdi biraz zayıflıklarını yüzüne vurayım, böylelikle kendimi biraz daha değerli hissederim belki. (Ne zaman hadsizce eleştiren biriyle karşılaşsam hep “acaba sorunu ne” diye düşünürüm ben mesela. Normal insanlar öfkelenir ya hani, uzaklaşır ya, ben merak ederim, neden böyle acaba diye. Çözmek isterim. Bana n’oluyorsa. Ve genelde biraz daha sevgi vermeye gayret ederim, ihtiyacı olanın o olduğunu düşünüp. Kendim de sevinirim sonra, birine faydam dokundu diye.) Ya da kendi yöneteceğim seviyeye getirene kadar eğiteyim. “İstediklerimi saçma da olsa yapsın. Ona verebileceklerimin limitini öğrensin, kendini buna göre şekillendirsin. Yapmıyor mu? Hemen uzaklaşayım. Sessiz terapi (Silent Treatment). “Yalnız kalmak istiyorum” kisvesi altında onu yalnızlaştırayım. Düşünsün. Adam olsun. Ben de bu süre zarfında gerekli planlarımı yapayım. Hemen o anda yüzleşmeyeyim o kişi ile, çünkü hazırlıksızım. Hazırlanmazsam, yeterince planlamazsam kazanamam. Ve bu olay sadece kazanmak-kaybetmek üzerine. Ben kazanmalıyım!” Bu hikayede sevgi ve hisse yer yok. Çünkü sevemeyen (eleştirmek için değil, gerçekten sevemeyen) biriyle karşı karşıyasın. Hadi bakalım, nasıl tatmin olacaksın bunları fark edip? Co-dependent ya da Stockholm Sendromu içinde değilsen zor, çok zor. Ya da menfaatçi değilsen. Bana verebileceklerinden faydalanayım, yoluma bakayım diye düşünebilirsen, bununla yetinebileceksen devam et tabi. Bana yetmiyor, hiç yetmedi J Bu aşamadayken baya canın yanıyor. Çözene kadar anlam veremiyorsun. “dengesiz” diyorsun falan. Daha derinini görmeden. Hatta ilk başlarda kendini bile sorguluyorsun. Biraz değersizlik duygun varsa, depresyona bile girebilirsin, o denli etkili bir sessiz şiddet dönemi. Zor yani.

3.       Aşama ; Kopma ve Döngünün Devamlılığı. Bu kişiyi kısmen çözdün, e insansın, konuşmak isteyeceksin. Konuştuğun anda suçlu sensin. Çünkü o asla ama asla suçlu olmaz, olamaz. Sadece onu eleştirenler suçlu olabilir. Hiç sorumluluk almaz. Alamaz ki. O mükemmeldir, ne haddimize yani?! O senden öncekiler var ya hani, onlar hep kötüdür. Hep kıskanç, hep aşırı hassas, hep paranoyak, onu anlayamamış insanlardır. Sen mükemmelsindir oysa? Yersen. Ben yiyememiştim mesela. Sen de mi sorgulamaya başladın? Sen de kötüsün. Aşırı hassaslar zaten, asla eleştirmeyeceksin. O istediği dünyasında kendi kuralları ile yaşayacak, sen de ona uyum sağlayacaksın. Bir nevi görünmezleşeceksin. Yüzlediğin anda soğuyacak. Soğuyacak, çünkü bu işin içinde his ve duygu yok. Ona hizmet etmek ve onun menfaatlerini tatmin etmek var. Mutluluk değil, tatmin odaklı bir hikaye var. Artık ona hizmet etmiyor musun, hop, yedeklenmeye başlayacaksın. Hoş, her şey yolundayken bile yedekleniyorsun, zira normal bir insan olarak vereceklerin ona asla yetmiyor ve yetmeyecek. Bir tarafını da yırtsan bunu asla başaramazsın. Bunu fark edince kısmen normal bir insan olarak kıskançlık krizi falan geçireceksin. Arada boşluklar olacak, o boşluklarda besin kaynaklarını arttıracak. Senden daha iyisini bulamadığını anladığı anda, sana geri dönecek. Ve muhteşem pırıltılı günler geri gelecek! Yine aynı etkileyicilik, yine aynı kazanma çabası. Her zaman bir havuç verecek, kovala dur hayatın boyunca. Söz çok aksiyon yok. Azıcık hissin varsa, yelkenleri suya indireceksin. Ve maalesef, döngü aynı şekilde devam edecek. Günler geçecek. Sonra senden daha iyi bir besin kaynağı bulacak bir gün (hep bulurlar. Her zaman daha iyisi vardır..) Ve o anda artık sahnede yoksun. Yenisi var. Sen kötüsün, yenisi iyi. Bu döngü her zaman böyle devam edecek. Henüz yaşamamışken, tüm bunları yaşayacağını bilmek kolay mı? Gün gibi ortada, nasıl görmezden gelebilirsin?

 

Şimdi ben bütün bunları gördüm, iyi mi oldu? Daha mutlu muyum? Hayır. Kazandım mı? Hayır. Kazanmalı mıydım zaten? Oyun mu bu? His bu his, duygu bu. Neyi kazanıyorsun manyak mısın? Onun gözünde “seçilen kişi” olmak kısmen mutlu edebilir belki? Zira o, sadece en iyilerle beraber olur! J Hadi avun bakalım. Onun yüzüne vurdun diyelim tüm bunları, ne olacak o zaman? Şok etkisi yaratıp iyileştireceğini falan mı zannediyorsun? Aksine, uzaklaşacak. E nasıl yöneteceksin bu durumu?

 

Of yoruldum. Bir yandan bu beyne müthiş bir saygı duyuyorum. Ben zekadan çok etkileniyorum. Bu süreçleri yönetmek, ciddi bir planlama ve uygulama becerisi gerektiriyor – bende yok. Hayranlık duyuyorum, gerçekten.

 

Tüm bunları yazarken kendimi “diğerlerinden” bir tık ötede görmemle ben de mükemmel bir narsissist değil miyim peki? J Ama benimki bana fayda sağlayacak seviyede, valla. Kimseye yok bir zararım, ben böyle kendi kendime işte.

 

Hikayem bitecek mi, nasıl bitecek, hiç bilmiyorum. İçimdeki savaşçıyı durduramıyorum, durdurmak da istemiyorum. Bu durumu avantaja dönüştürecek bir takım yöntemlerim gelişti. Misal, daha çok çalışıyorum, daha iyi görünüyorum. Sanki onunla yarışıyorum? Saçma tabi, ama kısmen işe yarıyor. Sonsuza kadar sürer mi böyle? Yorulmaz mıyım? Doğamda yok pek çünkü. Bakacağız. Sevsem? Yetmez biliyorum ama esnetir mi acaba? Sevginle nasıl mücadele edebileceksin peki? Nasıl durduracaksın sevmeyi? Buna gücüm yetmez. Buna mantığım da yetmez. İşte tam da bu yüzden “bakacağız” diyorum. Merakla bekliyorum.

 

Hadi o zaman şimdi elele verip beraberce kendimizi sevelim böyle egolu megolu.. Kendimize yetemeyelim, kan emelim, beslenelim. Biraz akıl oyunları oynayalım, arada isyan edelim. Duygularımızla mantığımızı aynı çorbada pişirelim. Ne harika bir hayat olla laa! Delirmezsek (zaten deliyiz de) ne ala!

 

Zor mirim zor. Hayat zaten zor, bir de üstünde bu farkındalık.. İşi daha da zorlaştırıyor sanki. Yemiyorsun ya hani, kandıramıyorsun ya kendini, hayat daha da zorlaşıyor. İyi mi ediyorum kötü mü ediyorum bilmiyorum. Bildiğim ve emin olduğum bir şey var, şu an yaşadığım her şeyi kendim seçiyorum. Ne istiyorsam, o geliyor önüme. Kısmetsizlik, şanssızlık vs hiçbirine inanmıyorum. Bunu yaşıyorum, çünkü ben istedim, ben çektim. İlla vardır bir sebebi?

 

Allahtan meditasyon var, bu düşünceleri pozitife çevirmeyi, değiştiremeyeceklerini kabullenmeyi öğretiyor. Gevşetiyor. Bantı başa sarıyor. Kendi eksenine geri dönmeni sağlıyor. Bunlar da olmasa cidden sağlığın bozulur zira.

 

Yazdıkça rahatlayan, paylaştıkça beslenen garip yapımla bu haftaya da başladık, hayırlısı bakalım. Şimdi sapık gibi çalışmaya devam edeceğim. Bana en iyi gelen şey J

 

Herkese mükemmel, az düşünmeli (ben yapamıyorum, siz yapın), bol kabullenişli haftalar! Ben bu hafta da inadına sevmeye devam edeceğim. Siz de sevin, her şeye rağmen güzel oluyor J

 

Çünkü aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk!

 

Sim

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder